Siyahlı Kadın

Korku tiyatrosunun önemli eserlerden Siyahlı Kadın, 2018 yılından beri Ankara Devlet Tiyatrosu’nda kapalı gişe sahneleniyor. İçinde derin sosyolojik ve ahlaki mesajlar barındıran tiyatro oyunu gerilim dolu atmosferiyle izleyenleri büyülüyor. Biz de 27 Mart Dünya Tiyatro Günü’nü fırsat bilerek Devlet Tiyatroları’nın başarılı oyuncusu Erdinç Doğan’la Siyahlı Kadın’ı konuştuk.

Tiyatro sahnesinde korkuyu yaratmak zor değil mi?

Korku denildiğinde öncelikli olarak sinema aklımıza geliyor. Orada özel efektler, hızlı kurgu, ani sesler gibi seyirciyi irkilten birçok unsur var. Tiyatronun kısıtlı olanaklarında korkuyu yaratmak zor gibi görünse de tiyatro seyircisi sahnedeki gerilimi çok daha güçlü hissedebiliyor. Bu yüzden tiyatroda korku, sadece izlenen değil, bizzat deneyimlenen bir duyguya dönüşüyor. Çoğu kişi tiyatroda korkunun etkili olamayacağını düşünüyordu ama bu algı yıllardır kapalı gişe oynayan oyunumuzla kırıldı. Sahnedeki doğrudan etkileşim, izleyicinin korkuyu bizzat yaşamasına neden oluyor ve beklediklerinden çok daha yoğun bir deneyim yaşamalarını sağlıyor.

Siyahlı Kadın’a seyircisin ilgisi bundan mı kaynaklanıyor?

İlk başta oyunun metnini okuduğumda henüz Susan Hill’in romanını okumamıştım. Ancak romanı okuduktan sonra Stephen Mallatratt’ın ne kadar başarılı bir tiyatro uyarlaması yaptığını daha iyi anladım. Genelde roman uyarlamaları, okuyucunun hissettiği atmosferi birebir sahneye yansıtamaz. Fakat Siyahlı Kadın’da bu tam tersi oldu; tiyatro uyarlaması, romanın üstüne çıkmayı başardı. Bir diğer nokta ise oyunun yalnızca korku unsurları üzerine kurulu olmaması. İçinde çok güçlü bir dram var, toplumsal eleştiriler var ve özellikle kadın izleyicilerin Jennet’in hikayesiyle bağ kurduğunu görüyorum. Kimi izleyiciler Jennet’in haksızlığa uğramış bir kadın olarak hikayesinden etkilenirken, kimileri de onun hayalet olarak aldığı intikamın psikolojik yönlerini sorguluyor.

Oyunun arka planında Jennet Eliza Humfrye’nin oldukça güçlü bir hikayesi var.

Jennet, klasik bir hayalet karakter olmanın ötesinde, yaşadığı haksızlıklar sonucunda korkuya dönüşen bir kadın. Onu sadece bir doğaüstü varlık olarak görmek yerine, acısı ve öfkesiyle bir kadın hikayesi olarak değerlendirmek mümkün. Jennet’in hikayesi, sadece bireysel bir trajedi değil, aynı zamanda toplumsal bir eleştiri niteliğinde. Oyun, ataerkil yapının kadınlara yüklediği haksız sorumlulukları gözler önüne seriyor. Gayrimeşru bir çocuk dünyaya getirdiği için toplum tarafından dışlanıyor ve çocuğundan ayrılmak zorunda bırakılıyor. Oysa çocuğun babasına dair hiçbir soru sorulmuyor, ona herhangi bir sorumluluk yüklenmiyor. Jennet de maruz kaldığı haksızlık nedeniyle adeta lanetlenmiş bir ruha dönüşüyor ve toplumdan korkunç bir intikam alıyor. Bu hem bireysel acının hem de kolektif bir öfkenin sembolü olarak çok güçlü bir anlatım.

Korku atmosferini sahnede yaratabilmek için nasıl bir süreç izlediniz?

Her şeyin kusursuz işlemesinde başta yönetmenimiz Mesut Turan’ın ve birlikte çalıştığımız yaratıcı ekibin büyük katkısı var. Işık tasarımcımız Osman Uzgören, sahneyi tamamen bir gerilim alanına dönüştürdü. Ani ışık değişimleri, gölgeler ve loş ortam, seyircinin tedirginliğini artıran unsurlar oldu. Müziğin de oyunun korku hissini güçlendirdiğini söylemeliyim. Fırat Akarcalı’nın bestelediği müzikler, oyunun daha başlamadan seyirciyi içine çekmesini sağladı. Hatta kuliste çalan müzikler bile seyircinin psikolojik olarak hazırlanmasına yardımcı oluyor. Ayrıca, Batuhan Bozcaada’nın dekor tasarımı, minimal ama etkili bir sahne kullanımı yaratarak izleyiciyi içine çeken bir atmosfer sundu.

Ya oyuncular?

Siyahlı Kadın, oyunculara çok geniş ve yaratıcı bir oyunculuk alanı sağlıyor. Oyunun katmanlı yapısı ve oyun içinde oyun olması, performans açısından büyük bir çeşitlilik sunuyor. Rol arkadaşım Gökçe Yurtsal ile bu oyunda ilk kez çalıştık ve aramızdaki uyum sayesinde, seyircinin her an içinde olduğu, gerçekçi bir gerilim atmosferi oluşturmayı başardık. Partnerinizin enerjisi, sizin performansınızı da doğrudan etkiliyor. Korku oyunlarında duyguların doğru yansıtılması çok önemli. Seyirci, en küçük bir sahte hissi bile hemen fark edebiliyor. Ayrıca, yıllar önce öğrencim olan Nazlı Özdemir’in Siyahlı Kadını canlandırması benim için ayrı bir gurur kaynağı oldu. Hiç sözü olmamasına rağmen, sahnedeki varlığıyla seyirci üzerinde büyük bir etki yaratmayı başarıyor.

Bu sohbet için Erdinç Doğan’a teşekkür ediyor ve tiyatro dünyasının 27 Mart Dünya Tiyatro Günü’nü kutluyoruz.

CATEGORIES:

KÖŞE YAZILARI

Comments are closed